Hindistan’a yaptığım seyahat sırasında, kaldığım yere oldukça yakın bir köşede bu yaşlı ayakkabı tamircisiyle tanıştım. Küçük, alçak bir dükkânda, adeta toprakla iç içe, etrafında eski ayakkabılar, tamir malzemeleri ve birkaç kutu ile çevrili bir ortamda yaşıyordu. İlk bakışta oldukça mütevazı bir yaşamı vardı. Her şeyden öte, bu yaşlı adamın rahatlığı ve huzur dolu hali hemen dikkatimi çekti. Sanki içinde bulunduğu yoksulluk onu hiç ilgilendirmiyordu. Zamanla aramızda bir bağ oluştu; sohbet etmeye başladık. Beni her seferinde dostça karşılayıp bir hikâye anlatır, yaşama dair felsefi düşüncelerini paylaşırdı.
Bir gün, Hinduizm hakkında konuşmaya başladı. Oldukça sade ve keyifli bir üslupla Hinduizmin temel prensiplerini anlattı. Ona göre, hayatın özü "dharma" dediği bir kavramda gizliydi; yani evrenin düzenine uyumlu yaşamak ve görevini yerine getirmek. Bu yaşlı adamın gözünde, insanın refahı mal mülkte değil, iç huzurdaydı. Gün boyunca ayakkabıları tamir ediyor, küçük bir yerde yatıp kalkıyordu, ama bu ona yetiyordu. Hinduizmin bir diğer önemli unsuru olan "karma"dan da bahsetti; yaptığımız her şeyin bir karşılığı olduğunu, bu dünyada ya da bir sonraki yaşamda bize geri döneceğini söylerdi. Onun anlattıklarından öğrendiğim en önemli şey, mutluluğun dış dünyada değil, insanın kendi içinde olduğuydu.
öylece, her sabah oradan geçerken selamlaştığım bu adam, bana sadece ayakkabı tamirini değil, hayatın da tamirini öğreten bir dost oldu.