"yansıtılmış özdeşim"
İstanbul’dan Hereke’ye halıların fotoğraflarını çekmek için gittim. Sokakta yürürken, bir dükkanın önünde, kollarını iki yana açmış tiyatral bir şekilde konuşan bir adam dikkatimi çekti. Yanına yaklaşıp, “Tıraş olabilir miyim?” dedim. Beni içeri aldı, ve dükkana adımımı atar atmaz 1950’lerin bir kasabasında hissettim kendimi. Dükkandaki her şey geçmişin izlerini taşıyordu; neredeyse hiç değişmemişti. Bu dükkanda berberlik ve muhtarlık babadan oğula geçmişti.
Adamın babasına olan hayranlığı her halinden belliydi. Tıraş boyunca babasını anlattı. Babasının üniversite diplomasını, duvarda asılı duran fotoğraflarını gösterdi. Almanya’da aldığı eğitimden bahsederken yüzü gururla parlıyordu. Üç dil bilmesiyle nasıl övündüğünü, sanki babası oradaymış gibi anlattı. Babası onun için bir mirastı; hem bir örnek hem de derin bir bağ.
Dükkandan çıkarken ne düşüneceğimi bilemedim. Geçmişin izleri, babasına duyduğu hayranlık ve onu yaşatma çabası içimde derin bir iz bıraktı. Bu dükkanda, geçmişten gelen bir hikayenin izleyicisi olmuştum
Bir dükkan zamanın ruhunu koruyabilir mi? Mekanların gerçekten “hafızası” var mı?