İsmail abiyi 74 yaşında, Ayvalık’ta Arabacılar Meydanı’nda dolaşırken gördüm. Ufak bir dükkanı vardı, içeri giriyordu. O anı kaçırmadım, hemen bir kare çektim. Ardından portresini de çekmek istedim. Yanına yaklaşıp izin istedim. "Çek tabi, çek!" dedi gülümseyerek. Ancak o an sohbet edecek pek fırsat olmadı. Bir hafta sonra yeniden gittiğimde, bu sefer sohbet edebilmek için dükkana girdim ve sarı bir eldiven aldım. Ama radyo sesi o kadar yüksekti ki, birbirimizi zor duyuyorduk. 1989'dan beri bu dükkanda çalışıyormuş, ondan önce babasının yanında. Tam eldiveni alıp çıkıyordum ki, "Dur!" dedi. Para üstünü uzatıp, "Bu da senin," diye ekledi.
Dışarı çıktık, yanındaki dükkanın aslında onun deposu olduğunu anlattı. O sırada bir komşusu da sohbete katıldı, konu ekonomiye döndü. Sonrasında, yandaki genç kızların sabun imalathanesinden bahsetti. İsmail abiyle bir dahaki karşılaşmamızda bu hikayenin devamını yazmak için sabırsızlanıyorum...
İsmail abinin dükkanını ararken, Yusuf’un dükkanıyla karşılaştım. “Kolay gelsin” dedim. Yusuf, kendini traş ediyordu, eliyle selam verdi. "Otur hele," dedi. Ben de karşıdaki kahve dükkanından bir kahve alıp, dükkanın önüne geçtim, kahvemi içiyorum. O sırada traşını bitirdi. "Saatler olsun," dedim. “Kahve içer misiniz? Ben kendime söyledim,” diye sordum. “Yok, sağ ol,” dedi.
Kahvemi elimde tutarak içeri doğru girdim, “Ben traş olurken de içerim,” dedim. Yusuf, “Yok yok, siz kahvenizi dışarıda rahatça için,” diyerek beni nazikçe dışarı çıkardı. Yine de içeride kalmaya çalıştım ama "Siz dışarıda rahatça için, ben toparlıyorum," dedi. İkinci denemem de boşa çıkmıştı! O an düşündüm, ne acelem var benim? İstanbul’daki o her yere yetişme telaşını hâlâ üzerimden atamamışım. Yusuf, “Siz rahatça için,” dedi tekrar, “Ben pazar yerine bir su dökmeye gidip geliyorum.”
Plastik bir sandalye çekip dükkanın önüne oturdum. Belli ki o sandalye tam da böyle anlar için oradaydı. Etrafıma bakıyorum; kimsenin aceleci bir hali yok. Ekim ayı, Ayvalık’ın en güzel zamanı... Turistler gitmiş, sokaklar boş, hava güneşli, mavinin binbir tonu denize yansıyor.
Neyse, Yusuf geri geldi, traşa oturduk. “Evet abi, ne yapalım?” dedi. “Burhan abi,” dedim, “yanlardan biraz alalım, üstleri hafifletelim, arka tarafı da yukarıdan aşağı doğru şekillendirirsek tamamdır.” O sırada, “Tamam, bi gözlükleri alalım,” dedi. Traşın ortasında fark ettim ki gözlük kullanmıyor ve içimden gülümsedim.
Tam o sırada dükkana biri girdi. “Cengiz, sen misin?” diye seslendi bana, 60-65 yaşlarında bir adam. “Yok, değilim,” dedim. “Ayvalıklı mısın?” diye sordu. “Yok, komşunuzum,” dedim, “buralardan yer aldım.” Sohbet ilerledi, adamın adı Teoman’mış, emekli devlet memuruymuş. Çocukları İstanbul’da çalışıyormuş. Sonra genç bir adam geldi, o da Yusuf'muş, 30’larında. “Naber Yunus? Geçen hafta sana uğrayacaktım ama acil işim çıktı, İzmir’e gittim,” dedi. Yunus da 4 yıldır burada yaşıyormuş, yarı İngiliz, yarı Türk. Yazları Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nde çalışıyormuş. Kışın da inşaat işleri yapıyormuş. Sonrası hep mavra, gülüşmeler... Teoman abi, oraların maskotu olan 1.40 boyundaki 72 yaşındaki Mimi’nin, hiç çalışmadan nasıl yaşadığını anlattı. “En güzelini yapmış,” dedik, gülüştük.
Traş bitti, fotoğraf çekmek için izin istedim ve işte bu kareler ortaya çıktı.

Durmak mı zor, yoksa hareket etmek mi?
Ayvalık’ın dar sokaklarındayım yine, zamanı geride bırakmış gibi görünen insanların arasında dolaşıyorum. Her şey yine yavaş, yine sakin. Bir tarafta kahvemi içerken, üç gün boyunca kaldığım evin balkonundan dört yaşlı amcayı izledim. Her sabah aynı yere geliyorlar, akşama kadar sohbet ediyorlar. Birbirleriyle şakalaşıyorlar, bazen kızıp sinirleniyor, sonra kanka olup sağa sola bulaşıp eğleniyorlar. Aylaklığın tadını çıkaran insanların farkındalığına tanık oluyorum. Bir nevi Wu Wei’nin, doğanın akışına uygun yaşamanın anlamını burada buluyorum.
Durmak mı zor, yoksa hareket etmek mi? Bu iki kavram arasındaki ince çizgide yürüyorum. Belki de bu sokaklar bana hatırlatıyor; durmak, bazen en derin harekettir, tıpkı nefes almak gibi. Hareket etmek ise, sadece akışa kapılmak, suyun seni taşımasına izin vermektir. Ayvalık’ın sokakları, her ikisini de aynı anda yaşatıyor.
Her köşe başında bir duraksama, her adımda bir ilerleme... Güray’a İthafen.
Back to Top